KILAVUZ BALIK

Çok eskiden geçer bu masalım. Belki o zamanlar develer tellal, pireler berber filan değilmiş. Değilmiş ama zaman da bu zaman hiç değilmiş. Ne uçak, ne buharlı gemi, ne de tren varmış. O zamanlar, insanlar, koca koca denizleri, yelkenli gemilerle aşmaya çalışırlarmış. İşte masalını anlatacağım gemi de böyle yelkenli bir gemiymiş.

Günün birinde yükünü alıp düşmüş yola. Dalgalarla oynaşa oynaşa gidiyormuş. Gemide bir de minicik bir çocuk varmış. Cin gibi gözleriyle, gülen yüzüyle kısa zamanda herkese kendini sevdirmişmiş. İşte ilk kez bu cin gibi bakışlı çocuk görmüş o balığı. Üstünde koyu mavi çizgiler bulunan kocaman bir balıkmış bu. Tam geminin yanından gidiyormuş. Çocuk hemen yediği ekmeğin yarısını koparıp ona atmış. Balık “hop” diye ekmeği bir anda yutmuş. Sonra da “Daha var mı?” der gibi taklalar atmaya başlamış. Çocuk onun haline bakıp basmış kahkahayı. “Seni gidi yaramaz seni. Anlaşılan ekmeğin öteki yarısında gözün, al bakalım”. İşte o anda da gemideki adamlardan birinin balığı vurmaya hazırlandığını görüp hızla üstüne atılmış. Bir yandan da “Ne olur vurmayın balığımı ne olur?” diye bağırıyormuş. Çocuğun bağırtısından herkes oraya kümelenmiş. Her kafadan bir ses çıkıyormuş. “Ne oluyor çocuğa bir şey mi oldu?” diye soruyormuş biri. Bir başkası da, “Yoksa denize düşen mi var?” diyormuş. Balığı vurmaya hazırlanan adam “Yok canım” demiş. “Hiç bir şey olduğu yok. Öğlene size güzel bir balık ziyafeti çekecektim, ama, bu çocuk engel oldu. Ne o! . Balık onunmuş. Koca denizdeki balık nasıl onun oluyor anlamadım”. . Neyse kalabalık dağılmış. Ama çocuk oradan ayrılmamış. Geminin kenarına dayanıp dalgaları gözlemiş. Biraz sonra da aradığını görmüş. Sırtı mavi çizgili balık sanki teşekkür etmek ister gibi yine geminin hemen yanından yüzüyor, taklalar atıyormuş. Çocuk, “Al bakalım dostum ekmeğini. Ama lütfen biraz dikkatli ol. Bak az kalsın vuracaklardı seni” demiş.

O günden sonra çocuk yiyeceğinin bir kısmını hep balığa götürüp atmış. Artık gemidekiler de hemen yanlarında yüzen balığa alışmışlarmış. Hatta aralarında balığa yiyecek verenler bile oluyormuş. Bir sabah çocuk bir sarsıntıyla uyanmış. Gemi sanki bir beşik gibi sallanıyor, fırtınanın uğultusu taa yattığı yerden duyuluyormuş. Hemen giyinip dışarı fırlamış. Ama bir de ne görsün? Geminin yelkenleri parçalanmış, herkes oradan oraya çaresizlik içinde koşup duruyor. Korkudan iliklerine kadar titremiş. Hele birisinin “Pusula bozuldu, ne yöne gideceğimizi bilemiyorum kaptan” diye bağırdığını duyunca, neredeyse ağlayacakmış. İşte o anda sırtı mavi çizgili balığı görmüş. Boyuna geminin önüne geçmeye çalışıyormuş. Çocuk, “Sanki o yana gitmemizi istemiyor, kendisini izlememizin gerekli olduğunu söylemeye çalışıyor. Ne olur onu izleyelim, belki bize yol gösteriyordur” demiş. Zavallı kaptan öyle perişan, öyle çaresizmiş ki, “Pekala” demiş. “Balığı izleyeceğiz. Bakalım, nasıl bir kılavuzmuş göreceğiz”.

Sırtı mavi çizgili balık önde, yelkenli gemi arkada yola koyulmuşlar. Balık onları bir limana getirene kadar sürmüş bu yolculuk. Uzaktan kenti gören gemidekiler, sevinçlerinden zıp zıp zıplıyorlar, “Yaşasın kılavuz balık” diye bağırışıyorlarmış. Kılavuz balık, kendisine yiyecek atan, seven, bu insanların hayatını kurtardığını biliyor. Sevincini anlıyormuş gibi taklalar atıyormuş. Bugün bile sırtı mavi çizgili kılavuz balıkları hep gemilerin yanında yüzerler. Gemiden atılan yiyeceklerle karınlarını doyururlar. Gemidekilerin başları sıkışınca da onlara kılavuzluk ederler. İnsanların taktıkları “kılavuz balık” adını hakketmeye çalışıyor.