İYİLİK EDEN İYİLİK BULUR

Yeryüzündeki kocaman kocaman dalgalı denizlerden birinde minicik bir ada varmış. İşte bu yemyeşil adada annesinin babasının sarıoğlan diye çağırdığı sevimli mi sevimli bir çocuk yaşarmış. Adından da belli ya sarıoğlanın, başak sarısı saçları, deniz mavisi gözleri varmış. Ama onu, çevresindeki herkese, ormandaki bütün hayvanlara sevdiren ne sarı saçları, ne de kocaman kocaman mavi gözleriymiş. Sarıoğlan iyi yürekliliğinden dolayı sevilirmiş. Bir parça ekmeğini ormandaki hayvanlarla paylaşır, yaralı olanlarına bakar, sonra da salıverirmiş. Yoksulmuş ama sarıoğlan, yüreği zenginmiş. Kışlardan bir kış, şubat aylarından bilmem hangisiymiş. Evlerindeki odunun tükendiğini gören sarıoğlan, anasına babasına yardım olsun diye çalı çırpı toplamak için gizlice ormana gitmiş. Azık torbası sırtında, baharda cıvıl cıvıl kuşların öttüğü, her renkten çiçeğin açtığı, ama şimdi bembeyaz bir örtünün altında uyuyan ormana dalmış. Çevrede çıt yokmuş. Bu sessizlik karşısında önce ürkmüş. Ama eve kucağı çalı çırpı ile dolu döndüğünde, annesi ile babasının nasıl sevineceğini düşünüp yine yoluna devam etmiş. Şurası burası derken, kucağı, sırtındaki çuvalı çalı çırpı ile iyice dolmuş. Dolmuş ama, gelin görünki bu arada da hava iyiden iyiye kararmış.

Sarıoğlan bakmış karanlıkta giderse yolunu bulamayacak, kurda kuşa yem olacak, “En iyisi, şu oyukta bir ateş yakıp, sabaha değin beklemek” diye düşünmüş. Hemen bir ateş yakmış. Çünkü hava soğuk mu soğukmuş. Sarıoğlan ateşe iyice sokulduğu halde yine de üşüyormuş. Ormandaki sessizlik, ateşin çıtır çıtır yanması biraz sonra sarıoğlanın uykusunu getirmiş. Göz kapakları yavaşça kapanıvermiş. Öyle derin bir uykuya dalmışki ateşin yavaş yavaş sönmeye başladığını bile duymamış. Tam o sırada, kocaman boynuzuyla bir geyik,ateşin ışığını görüp oraya gelmiş, sarıoğlanı görünce de içi sevgiyle dolmuş. “Geçen yıl yaramı saran çocuk. İyi ama bu kış günü ne arıyor burada? Şubatta da ormanda dolaşmak olur mu? Üstelik ateşi de sönmek üzere. Ne yapsam da ateşi söndürmesem? Sarıoğlanı donmaktan nasıl kurtarsam” diye kaygıyla çevresine bakınmış. Ama hiç bir şey görememiş. Geyik, nereden bilsin torbanın içinde bir sürü çalı çırpı olduğunu?! Çaresizlikle, “Ah keşke boynuzlarım şu anda ateşe düşüp onu yine alevlendirseydi de sarıoğlan donmaktan kurtulsaydı” diye öyle yürekten dilemiş. . . Masal bu ya, dileğ i kabul olmuş ve güzel gözlü geyiğin iki kocaman boynuzunu yavaşça ateşe düşürüvermiş. Geyik yine alev alev yanmaya başlayan ateşin yanında sabaha değin mutluluk içinde beklemiş. Gün doğarken de oradan uzaklaşmış. Sarıoğlan hiç bir şeyden habersiz uyanmış, çuvalını sırtına yükleyip evinin yolunu tutmuş.

Ondan sonraki yıllar da yine ekmeğini ormandaki hayvanlarla paylaşmış onların yaralarını sarmış. Ya geyik ne olmuş dersiniz çocuklar? Bir daha boynuzları çıkmamış mı? Çıkmış tabii. Ama o günden sonra bütün geyiklerin boynuzları şubat ayı geldi mi düşer, sonra yine çıkarmış. Ninem bana böyle anlattı. Ama sonunda da “Gerçeği araştırıp bul bakalım” dedi. Ben de size aynı şeyi söyleyeyim: “Gerçeği doğruyu gelin hep birlikte arayalım, bulalım bakalım” diyeyim.