TOPRAK ANANIN YANLIŞLIĞI

Bir zamanlar, incecik bir derenin suladığı yemyeşil bir çayırlık varmış. Otların, yoncaların boynu upuzunmuş. . Hele renk renk çiçeklerinin güzelliğini seyretmeye doyum olmazmış. İnekler, koyunlar, keçiler bu otlağa gelir. Bir güzel karınlarını doyururlar, derenin suyundan içerek susuzluklarını giderirlermiş. Sonra kelebekler, arılar da hiç eksiz olmazmış. Çayırlık bunca sevgiden ilgiden dolayı çok mutluymuş tabii.

Ama yıllardan bir yıl, havalar çok sıcak ve kurak geçince herşey birden bire değişivermiş. İncecik olan dere daha da incelmiş,

yazın başlarında da kuruyuvermiş. Çayırlık önce, havaların sıcak ve kurak gitmesine pek aldırmamış. “Nasıl olsa derecik bize gerekli

olan suyu verir” diye düşünüyormuş çünkü. Ama derecik de kuruyunca, bir korkudur sarmış içini. Çünkü otlar, çiçekler, her gün biraz daha

sararıyormuş. Bir süre sonra da toprak çırıl çıplak kalmış. Ne kelebekler, arılar, ne de koyunlar, inekler keçiler geliyormuş artık. Aslında onların

durumu da çok kötüymüş. Ot bulamadıklarından çiftlik hayvanları bir deri bir kemik kalmışlarmış. Bütün bunların üstüne bir de susuzluk binince

iyice perişan oluyorlarmış. Arılar balözü alacak kır çiçeği bulamadıklarından ne yapacaklarını şaşırmış bir durumda

“vız vız” diye dolaşıp duruyorlarmış. İşte o günlerin birinde, bir sabah vakti,

daha toprak ana bile uyanmadan “gırr gır gır” diye büyük bir gürültüyle dağ taş inlemiş. Toprak ana korkuyla titreyerek uyanmış.

Uykulu uykulu, “Hey ne oluyor?” diye bağırmış. Ama kocaman bir makinanın üstünde bir delik açtığını görünce, uykulu gözleri faltaşı

gibi açılmış. “Zaten otlarımı, çiçeklerimi, koyunlarımı, ineklerimi yitirdim. Bu üzüntü yetmiyormuş gibi bir de bu terbiyesiz makine üstümü

yırtıyor, içimi oyuyor” diye öyle bir öfkelenmiş, makineye “Defol git! !” diye öyle bir bağırmış ki, makine biraz duralar gibi olmuş. Ama sonra

aynı hızla işine devam etmiş. “Sana yardım etmeye çalışıyorum toprak ana. Arteziyen kuyusu açtık mı, eski rahatına, eski dostlarına, mutluluğuna

kavuşacaksın” demiş. Ama toprak ana, kuyu suyunu ilk kez duyuyormuş. O yüzden de makinenin sözlerinden bir şey anlamamış. Yine başlamış

bas bas bağırmaya, makineye kötü sözler söylemeye. Hatta zaman zaman öyle ileri gittiği oluyormuş ki, makinenin kafası bozuluyormuş.

Ama hemen kendisini toparlıyor, “Bu görevi bana verdiler bir kez. Görevden kaçmak olmaz” diyerek yeniden çalışmaya başlıyormuş.

Çalışma günlerce sürmüş. Toprak ana da, “Başımı ağrıttın, bağrımı delip, üstüme çukur açtın, pis makine” diye durmadan

makineyi azarlamış. Ama bir sabah makinenin, “Yaşasın başardım. Suyu bulduk. Kurtuldun toprak ana, açtığımız kuyudan su çıktı.

Bu arteziyen kuyusunun suyu, seni eski mutluluğuna kavuşturacak” diye bağırınca, su sözünü duyan sıcaktan susuzluktan her yanı çatlamış

olan toprak ana ne diyeceğini bilememiş. Şaşkın şaşkın “Su mu?” diye kekelemiş. Düş gördüğünü sanmış. Ama üstüne serin serin sular dökülünce gerçek olduğunu

anlamış. Bir kaç gün sonra makine çayırlıktan giderken toprak ananın üstü yavaş yavaş yeşermeye başlamış bile. Toprak ana utana utana,

“İyi yolculuklar makine kardeş. Seni tanımıyordum. Ama bu bir özür olamaz. İyice tanımadığım bir şey hakkında ileri geri sözler etmemeliydim.

Ama bu bana ders oldu. Beni bağışla. Yaptığın iyiliği hiç bir zaman unutmayacağım. Sen olmasaydın, dostlarım, çocuklarım olan çimenleri,

çiçekleri bir daha göremeyecektim. Bu kuyuyu kazıp suyu çıkartarak bana hayat verdin. Teşekkür ederim” demiş. Çayırlıktan uzaklaşan

makineye uzun süre, çimenlerini sallayarak, “güle güle” demiş.