KENDİNİ ASLAN SANAN ÇİÇEK

Çok çok eskiden geçer bu masalımız. O zamanlar, develer tellaklık eder, pireler de ellerine makası alır, şıkır da şıkır berberlik edermiş. En hızlı giden canlı da bizim topal çekirgeymiş. Bu işin masal yanı tabii. Sözün kısası özü, yeryüzündeki ormanların birinde binbir renkte, binbir biçimde binbir çiçek yaşarmış. Hepsi de böyle güzel bir ormanda yaşamaktan dolayı. Mutluymuş. Çünkü büyüyüp gelişmeleri için gerekli olan herşey varmış. Toprak verimli, su bol, güneş de pırıl pırılmış. Eh bir bitki için bundan iyisi de can sağlığı değil mi?

Ama gelin görünki, bu çiçeklerden biri bütün bu olanaklara karşın yine de mutsuzmuş. Sabahtan akşama değin surat asar, durumundan yakınırmış. “Ne diye ben de geçen gün gördüğüm aslan gibi güçlü kuvvetli değilim” diye tasalanır, aslana benzemenin yollarını araştırırmış. Arkadaşları bir kaç kez, “Kardeşim, niye böyle yapıyorsun? Yeryüzünde her canlının bir yeri vardır. Diyelim çiçeklerin aslanın ağzı gibi olsa. O zaman arılar, böcekler, kelebekler senin üstüne konarlar mıydı? Bal özü alabilirler miydi? Allah bilir korkarlardı senden. Bir çiçek için de bundan büyük felaket olamaz. O zaman nasıl tozlaşır, nasıl çoğalırdın?” diye durumundan yakınan arkadaşlarını uyarmak istemişler ama boşuna. Çiçek, “Böcekler korkarlarsa korksunlar. Zaten benim istediğim de bu. Aslan koca ağzını açınca nasıl bütün yaratıklar koruyorsa, benden de korksunlar. Ben çiçeklerin kralı olurum o zaman” diyormuş da başka bir şey demiyormuş. Hatta arkadaşlarına, “Bana bundan sonra ASLAN AĞZI çiçeği deyin” diye yalvarmış. Öyle yalvarmışki, sonunda onlara bile kabul ettirmiş bunu. Bütün çiçekler artık ona “aslan ağzı” çiçeği diyorlarmış. Ama bu da yetmemiş ona. “Çiçeklerimin şekli de aslanın ağzına benzemeli” demiş kendi kendine. Artık bütün gününü yapraklarının şeklini değiştirmek için çalışarak geçiriyormuş. Bunun için de öyle çaba harcıyor, öyle acı çekiyormuşki sormayın. Ama sonunda başarmış. Gerçekten de artık çiçekleri tıpkı aslan ağzı gibiymiş. Hatta onunki gibi açılıp kapanıyormuş bile. Çiçekler, “Şimdi gerçeklen aslan ağızlı bir çiçek oldun” dedikleri gün, aslanağzı çiçeği sevincinden uçuyormuş. “Artık bütün canlılar benden korkacak. Ben de aslan gibi güçlüyüm” diye utanmasa şarkı bile söyleyecekmiş. Ama gelin görünki, arkadaşlarının söyledikleri de bir bir çıkmaya başlamış bu arada. Böcekler, kelebekler, arılar onun görünüşünden ürküp aslanağzı çiçeğinin hiç yanına sokulmaz olmuşlar. Aslanağzı önce bu işten pek hoşlanmış. “Oh ne iyi, ne iyi işte gerçek bir aslan gibi benden koruyorlar” demiş. Ama sonra sonra neşesi kaçmış. Artık hiç bir böcek çieklerine konmadığı için çiçek tozları sarı sarı ağzını dolduruyor, kendisini koklamak isteyen insanların burnunu sarıya boyuyormuş. Bu yüzden de hiçbir insan onu koklamıyormuş. Koklanmayan hir çiçeğin başına gelen sonunda, aslanağzı çiçeğinin de başına gelmiş. Artık çiçekleri kokmaz olmuş. Yalnız bu kadarla kalsa iyi. Böcekler gelip üstündeki tozları taşımadıkları için de tozlaşma yoluyla çoğalması olanaksızmış artık. Zavallı aslanağzı başka bir canlıya özenmekle ne büyük hata ettiğini anlıyormuş şimdi. Ama iş işten çoktan geçmişmiş. “Öteki çiçekler gibi çoğalamadıktan sonra aslanın ağzına benzeyen çiçeklere sahip olmak neye yarar?!” diye ağlamaya başlamış. Onun ağlamasını duyan dede çınar, “Bu kadar ders sana yeter aslan ağzı üzülme. Sen de başka yolla çoğalırsın. Tohumlarını bir kesecikte topla. Zamanı gelip de kesecik çatladığında çevreye saçılırlar” demiş. Bu öneri karşısında çok heyecanlanan aslan ağzı çiçeği, “Evet evet” demiş, “Öyle yaparım. Sonra da rüzgar dededen tohumlarımı çok uzaklara taşımasını dilerim”.

Gerçekten de aslanağzı çiçeği bugün de çoğalmasını sürdürüyor. Tohumlarını bir kesecikte olgunlaştırıyor ve zamanı gelince günışığına çıkarıyor. Ama böcekler, kelebekler, arılar ona yaklaşmaya korktukları için, tohumların yayılmasında rüzgar dede kadar insanlar da yardımcı olmak zorunda kalıyor.