SANDAL AĞACI

Sizlere şimdi sandal ağacının masalını anlatacağım. Belki de bir çoğumuz ilk kez duydu sandal ağacının adını. Doğrusunu isterseniz, ninem bu öyküyü anlatmadan önce ben de sandal ağacı diye bir ağacın olduğunu bilmiyordum. Hatta öykü bitince “Sandal ağacı da ne demek? Böyle ağaç yoktur” diye düşündüm ve kitapları açıp baktım. Gerçekten de sandal ağacının olduğunu işte orada görünce inandım. İsterseniz siz de araştırın kitapları, bana inanmazsanız. Ninemin dediği gibi bu ağaç sıcak yörelerde yetişirmiş. Alçak boylu bir ağaçmış. Kısacası sandal ağacı diye bir ağaç varmış çocuklar. . . Bakın ninem neler anlattı bu ağaçla ilgili.

Çok çok eskiden bir adada siz deyin bin, ben diyeyim ikibin çeşit bitki varmış. Hava sıcak, yağmur bol olduğu için bu bitkiler gönüllerince yaşar, dilediklerince büyürlermiş. Yalnız aralarında biri varmışki, böylesine güzel ortamda bile boyu büyümüyormuş. Çünkü çalışmaktan hoşlanmayan, saatlerini hatta günlerini düş kurmakla geçiren bir ağaçmış bu. Çalışmadan, düş kurarak da karın doymaz ya. . İşte az yemek yediği için bu ağacın boyu ufakmış, ötekilere göre. Çevresindeki ağaçlar, “Biraz çalışsan, çabalasan. Ayıp değil mi bu yaptığın derlermiş ama, düşkuran ağaç hiç mi hiç aldırış etmezmiş. Üstelik kendi kendine beslenebilecekken, dallarıyla başka ağaçlara sarılır, onlardan besin alırmış. Kısacası tembelin asalağın biriymiş. Hep onun bunun sırtından geçinirmiş. Karnı doyunca da başlarmış düş kurmaya. En fazla özendiği şey de deniz ve denizin ötesindeki hiç bilmediği ülkelermiş. “Ah” dermiş, “Ne olurdu sanki bir gemi direği ya da sandal filan olsaydım. O zaman her yeri dolaşır, hiç yorulmadan , eğlence içinde geçirirdim günlerimi”. . . Ya, işte bu ağaçcığın tasası da buymuş. Denizlerde dolaşmak ve günlerini eğlence içinde geçirmek. Günlerden bir gün, bir adam gelmiş adaya. Çevreyi gezerken de, gözü bizim düşkuran ağaca takılmış. Ama, “Bu ne biçim ağaç böyle. Yaprakları yeşil olduğu halde öteki ağaçlara kollar uzatıp onların mesinlerini alıyor. Niye kendi besinini kendi yapmıyor acaba?” diye şaşırıp kalmış. Sonra da, “Demek bu da bitkilerin tembeli, hazır yiyeni. Dur şundan bir sandal yapayım da tembellik neymiş görsün” demiş. Hemen araçlarını çıkarıp, işe koyulmuş. Ağaç, sandal olacağını duyunca sevincinden ne yapacağını şaşarmış. Hani kökleri kendisini sıkı sıkı tutmasaymış, uçacakmış. “Artik denizlerde istediğim gibi yüzebileceğim. Gezip eğlenebileceğim” diyormuş da başka bir şey demiyormuş. Ama sandal olunca bu işin düşündüğü gibi olmadığını hemen anlamış. Çünkü, ilerleyebilmek için kürek şeklindeki kollarını boyuna oynatmak geriyormuş. O yüzden de geceleri yorgunluktan kolları ağrıyormuş. Sonra sandalın içi de hiç bir zaman boş değilmiş. Ya insanlar biniyormuş, ya da yük dolduruyorlarmış. Sandal ağacı, bir çok yer görüyormuş, ama bunun için de hep çalışmak zorunda kalıyormuş.

İşte o zaman, “çalışmadan hiç bir şey elde edilemiyor anlaşılan. Çalışmadan ancak düşlerde bir şeye sahip olunuyor. Düşlerin gerçekleşmesi de çalışmaya bağlı” diye düşünmeye başlamış. Ve bu gerçeği gittiği yerlerdeki bütün tembel yaratıklara anlatmaya çalışmış.