SU MERCİMEĞİ

Bir zamanlar, minicik bir mercimek varmış. Mercimek ailesine sorarsanız, böylesine bir mercimek soylarında soplarında görülmemişmiş. Hani görünüşü kendilerine benzemese rahatça, “Bu mercimek değil” diyeceklermiş. Neden mi: Minik mercimek haylaz, serüven peşinde koşan, bir an bile yerinde durmak istemeyen bir mercimekmiş de ondan. “Ben bütün dünyayı dolaşmak, gülüp eğlenmek istiyorum. Dünyada toprağı altına girip baharın gelmesini bekleyemem” diye her gün vızıldanıp durmasından, iki de bir kaçmaya çalışmasından bütün mercimek ailesi bıkmış usanmış.

Günlerden bir gün minik mercimek kendisi gibi düşünen birini bulmuş sonunda. Bu minicik bir kuşmuş. En şirin halini takınıp, binbir dereden su getirerek minik kuşu kandırmış minik mercimek. Ve mercimek ailesinin uyuduğu bir sırada kuşun gagasında uçup gitmiş. Minicik kuşun gagasındaki bu gezinti mercimek için bulunmaz bir şeymiş. Durmadan konuşuyor, “Ne güzel ne güzel” diye neşeli kahkahalar atıyormuş. O gün, güneş batana kadar iki dost gezip eğlenmişler. Güneşin son ışıklarıyla da kuşun yuvasına gelmişler. Minicik kuş, o kadar yorgunmuş ki, hemen uyumuş. Ama mercimek uzun süre yıldızlarla dolu gökyüzünü seyretmiş. Sevincinden içi içine sığmıyormuş. Ama sonunda gözleri kapanmış, uykuya dalmış. Ertesi gün, yine kuşun gagasında havalara yükselmiş. Ne kadar uçmuşlar orasını bilmem. Bildiğim. minik mercimeğin aşağıda pırıl pırıl masmavi bir şey görüp, “Kuş kardeş. . Kuş kardeş. . Aşağıdaki parlak mavi şey nedir?” diye sorduğu; kuşun da ağzındaki mercimeği unutup, “Haa o mu: O göldür” demesiyle mercimeğin kendini boşlukta bulması. Zavallı mercimek öyle hızla aşağıya düşüyormuş ki, ağzını açıp kuştan yardım istemeye bile zamanı olmuyormuş. Düşmüş düşmüş, sonunda “şup” diye gölün sularına dalmış. Doğruca da dibe inmiş. Minik mercimek ancak o zaman kendine gelebilmiş ve başlamış “Eyvah. . Şimdi ne yapacağım ben? Ömrüm boyunca burada mı kalacağım? Bari suyun yüzüne çıkabilsem” diye ağlamaya. .

Gerçekten de durumu hiç de iç açıcı değilmiş. Ama ağlamakla ne çözümlenir ki. . Minik mercimek de bir süre sonra ağlamayı bırakıp düşünmeye başlamış. . “Annem toprağa düşünce filizlenip kök salacağımı söylemişti. Bunu nasıl yapacağımı ada öğretmişti. Şimdi kendimi topraktaymış gibi düşünüp, filizlenip, kök çıkarmalıyım. Ancak bu yolla suyun yüzüne çıkabilirim” diye bir karara varmış sonunda.

Ertesi gün de hemen çalışmaya başlamış. Öyle hızlı çalışıyormuş ki, çok kısa zamanda gölün sularından başını güneşe doğru uzatıvermiş. Çevresine şöyle bir bakmış ki, ne görsün? Bir sürü beyaz çiçek yüzmüyor mu?”Sayın bayanlar” diye seslenmiş hemen. “Sizin adınız ne?” Beyaz çiçekler, “Nilüfer” diye kırıtmışlar. “Ya sizin adınız ne?” Bu soru karşısında mercimek ne diyeceğini şaşırmış. Öyle ya mercimeğin ne işi var gölün ortasında?”Şey. . Benim adım mercimek” diye kekelemiş. Nilüferlerin şaşkın şaşkın baktıklarını görünce de, başından geçenleri bir solukta anlatmış. Nilüferler çok sevmişler minik mercimeği de, serüvenini de. İyi ya bundan sonra senin adın ‘su mercimeği’ olsun. Aramıza hoş geldin su mercimeği” demişler. Ya işte böyle çocuklar. Eğer bir gün gölün üstünde minik pembemsi beyazımsı çiçekler görürseniz, artık şaşırıp kalmazsınız. Bu çiçeklerin minik su mercimeğinin torunları olduğunu hemen anlarsınız değil mi?