YALANCI KARGALAR

Bir zamanlar güneydoğu asya ülkelerinden birinde, yemyeşil bir orman varmış. Bu ormanda, binlerce, onbinlerce hayvan yıllardan beri mutluluk içinde yaşıyorlarmuş. Ağaçlar, ormandaki hayvanlar her sabah kuşların “Günaydın. . Günaydın, sabah oldu kalkın” Şarkısıyla uyanırlar, neşeyle günlerine başlarlarmış. Güneş batarken de yine kuşların, “Haydi arkadaşlar iyi uykular” şarkısıyla gözlerini kaparlarmış. Ormandaki bütün canlılar, ağacı, çiçeği, kurdu, karıncası, kuşları çok sever, “Bizim sevgili güzel sesli dostlarımız” derlermiş. Yıllar yılı orman halkının mutluluğu sürmüş gitmiş.

Ama kara kara kargaların ağaçların dallarını kaplamasıyla her şey değişmiş. Ormanı kargaların “gak gak” sesleri doldurmuş. Aslında kargaların o bet sesleriyle bağırışmalarına kimsenin ses çıkardığı yokmuş. “Canım her kuşun sesi güzel olmaz ya” diyormuş hepsi de. Hatta öteki kuşlara gösterdikleri ilgiyi, sevgiyi, kara kargalara da gösteriyorlarmış. Ama gelin görün ki kargaların yalnız sesleri çirkin, tüyleri kara değilmiş. Yürekleri de kapkaraymış. Tek ayak üstünde binbir türlü yalan söylüyorlar, sincapların tavşanların yiyeceklerini gizlice alıyorlarmış. Ama orman halkını asıl bezdiren kargaların dedikoduculuğuymuş. Gaklıya gukluya tilkiyi kurda, kurdu tavşana, tavşanı sincaba çekiştiriyorlar, onların ağzından olmadık yalanlar uyduruyorlarmış. Kısacası ormanda birbirine kırılmayan, birbiriyle kavga etmeyen hayvan kalmamış. Sonunda bütün bunların kargaların başlarının altından çıktığını anlıyorlar, özür diliyorlarmış birbirlerinden ama, neye yarar?! Sonunda birer ikişer, “Bu ormanın tadı tuzu kalmadı” deyip başka ormanlara göç etmeye başlamışlar. Bir süre sonra koca ormanda ne kuşlar kalmış, ne de tilkiler, kurtlar, tavşanlar, sincaplar. . Yalnızca gak gak sesleri duyuluyormuş. Eh artık varın siz düşünün zavallı ağaçların üzüntüsünü. Orman hayvanları olmasa o ormanın tadı tuzu kalır mı hiç?! . Üstelik kara kargaların gak gak diye dedikodu yapmaları çekilir mi? Ağaçlar üzüntüden, öfkeden zayıfladıkça zayıflamışlar. Eğri büğrü olmuş gövdeleri. Kargalara da gün geçtikçe daha çok kızmaya başlamışlar. Sonunda aralarından bir kısmı kargalara bir ceza verme kararı almış. “Bu kargalar buradan gitmezse, hiç bir hayvan geri gelmez. Ormanımızı eski mutluluğuna kavuşturmak için birşeyler yapmalıyız. Yarından tezi yok, meyvelerimizi toprakta ne kadar zehirli madde varsa toplayıp dolduralım. Bunu yiyen kargalar, belki ölmez ama epey sancılanır, iki büklüm olur. Bu işle görevli arkadaşlara da ‘Karga büken ağaçları’ adını verelim” demişler.

O günden sonra KARGA BÜKEN AĞAÇLARI hiç durmadan kökleriyle zehirli maddeleri almış, yapraklarında bunları istedikleri gibi şekillendirip meyvelerine doldurmuşlar. Pisboğaz kargalar, yeni meyveleri görür de saldırmazlar mı? Hemen başlamışlar zehirli meyveleri atıştırmaya. Ama bir iki saate kalmamış, herbiri bir yanda kıvranmaya “Ah karnım” diye bağırışmaya başlamış. O günden sonra bir çok karga aynı duruma düşmüş. Ve bir sabah ağaçlar uyandıklarında bir de bakmışlar ki, kargalar gitmiş. Sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırmışlar. Kargaların gittiğini öğrenen hayvanlar sevgili ormanlarına koşmuşlar. Orman eski mutlu günlerine dönmüş yine. Ya kargalara ne olmuş dersiniz çocuklar. Güneydoğu asya ülkelerindeki ormandan çıktıktan sonra bütün dünyaya yayılmışlar. Herbiri bir ülkeyi kendine yurt edinmiş. Ama karga büken ağaçlarından korktuklarından, eskisi gibi dedikoduculuk, yalancılık yapmamışlar.