KENDİNİ BEĞENMİŞ KUŞ

Bir zamanlar renk renk tüylü, cıvıl cıvıl sesli binlerce kuşun yaşadığı bir orman varmış. Serçesinden tutun da, papağanına, kanaryasına, tavus kuşuna kadar her türden kuşu bu ormanda bulabilirmiş insan. Ama en fazla göze çarpan mini mini serçelermiş. Ormanda öyle çok serçe varmış ki, görmeyin. İşte şimdi sizlere bu mini mini serçelerin yakın akrabası olan bir kuşun masalını anlatacağım. Neden mi onu seçtim? Bakın dinleyin. Bu sözünü ettiğim minik kuş, serçe ailesindenmiş. Ama gelin görün ki, bir türlü serçegiller ailesinden olmayı kendine yakıştıramıyormuş. “Ormandaki en küçük, en gösterişsiz kuşlar serçeler. şu tüylerinin rengine bakın ne çirkin. . Doğrusu onlardan da kendimden de utanıyorum” diyormuş. Minik kuş kendisini bu düşüncelere öyle kaptırmış ki, sonunda hiç bir serçeyle arkadaşlık etmemeye başlamış. Bir serçe yanına yaklaşacak olsa, hemen onu kovuyor, “Ben kendime yakışır arkadaşlar arayacağım. Çekil git yanımdan pis serçe” diyormuş. Serçecikler onu uyarmak için çok uğraşmışlar, çok dil dökmüşler ama boşuna. Minik kuş, Nuh diyor, Peygamber demiyormuş. Ama sonunda üst üste başarısızlığa uğrayınca, biraz duralamış tabii. Çünkü arkadaşlık kurmaya çalıştığı papağanlar, tavus kuşları, hatta renkli giysili tarla kuşları bile onu aralarına almamış. “Niye kendi türünden kuşlarla oynamıyorsun?” demişler. Minik kuş, “Anlaşılan tüylerim kısa ve renkli değil diye beni istemediler” diye düşünmüş. “Ben de gizlice yaklaşıp, onların kuyruklarından tüyler koparırım. O tüyleri de kendime takarım. . . ” Hiç olacak şey mi şu minik kuşun düşündüğü?! Ama minik kuş aklına bir şeyi koydu mu, ne olursa olsun yapan bir kuşmuş. Doğrusunu yanlışını düşünmeden işe koyulmuş. Önce papağana gizlice yaklaşıp kuyruğundaki mavi tüylerden birini gagalayıvermiş. Zavallı papağan, daha “Ne oluyor?” bile diyemeden, mavi tüylerinden birinin yok olduğunu görmüş. Tabii basmış yaygarayı. “Seni gidi hain kuş. Seni gidi kuyruk gagalayan, seni gidi hırsız” diye bağırmaya. Ama bütün bu bağırışma, bu sözler boşunaymış. Mavi tüyü, minik kuşun gagasında uçup gitmiş. O gün beş kuş bağırışa çığrışa kuyruklarından birer tüyün koparıldığını anlatıyorlarmış.

Ertesi gün bu sayı dokuza yükselmiş. Kuyruklarını gagalayıp

tüylerini çalan kuşun adını da KUYRUK GAGALAYAN koymuşlar ve kuyruk

gagalayan kuşunu ormandan kovmaya karar vermişler. Vermişler ama onu

bir türlü yakalayamıyorlarmış ki. Kuyruk gagalayan kuşu arkadan sessizce

yaklaşıyor, kuyruktan bir tüy koparıp hızla kaçıyormuş. Kuşlar bu yüzden

iyice umutsuzluğa düşüyorlar, “Bu hırsızı hiç ele geçiremeyeceğiz galiba”

diyorlarmış. Ama bir gün suçlu kendi ayağıyla gelip çıkmış ortaya.

O gün kuşlar yine bu konuyu tartışıyorlarmış ki, birden garip bir

kuş gözlerine ilişip susmuşlar. Bu kuş öyle pek iri bir şey değilmiş.

Ama üstünde öyle çok tüy varmış ki, zor yürüyormuş. Bu tüyler renk renkmiş. Kuşlar kendilerine “merhaba arkadaşlar” diye bağıran bu garip kuşa dikkatle bakıyorlarmış. Birden papağan, “Bu mavi tüy benim kuyruğumun tüyü” diye bağırmış. “Bu tüy de benim. Tavuskuşunun kuyruğundaki tüy hiçbir kuşunkine benzemez” diye atılmış tavuskuşu. Tabii bir anda ortalık birbirine girmiş. Her kuş atılıp kuyruk gagalayan kuşunun üstüne yapıştırdığı kendi tüyünü çekip alıyormuş. Kuyruk gagalayan kuşu, zor kurtarmış kendini. Hızla akrabaları serçeciklerin yanına koşmuş. Tabii öteki kuşlar da peşindeymiş. Serçeler, “Demek kuşların kuyruklarındaki tüyleri koparıp kaçan sendin. Bizi küçümseyip başka kuşlara özendiğin için bunu yaptın öyle mi? Biz seni uyardık ama dinlemedin. Hadi git aramızdan, artık biz de seni istemiyoruz. Hırsızlık yapan, gösterişe önem veren bir kuşun bizim aramızda işi yoktur” deyince, kuyruk gagalayan soluğu ormanın dışında almış. O günden sonra da kayalıklarda yapayalnız yaşamış.