AKÇA DEDE, PAKÇA NİNE VE ÜÇ HIRSIZ

Masalallar ya “Evvel zaman için, kalbur saman içinde” diye başlar, ya “Bir varmış, bir yokmuş” diye. Bu masalımızda bütün hepsi gibi başlıyor ama, bakın sonunda neler oluyor, neler bitiyor.

Evvel zaman içindeyken, kalbur saman içindeyken, ülkelerden bir ülkede, köylerden bir köyde, akça dede derler bir dede yaşarmış. Saçı sakalı kadar yüreği de ak bir kişi olduğu için bütün ora halkı AKÇA DEDE dermiş ona. Akça dedenin üstü başı kadar içi de temiz, pak olan bir de eşi varmış. Ona da herkes PAKÇA NİNE dermiş. Her ikisinin de gerçek adları çoktan unutulmuşmuş. Akça dede ile Pakça nine şipşirin, tertemiz evceğizlerinde oturur, bahçelerindeki sebzeleri satarak geçinirlermiş. Ama yıllardan bir yıl havalar çok kurak gitmiş. Bahçedeki sebzeler susuzluktan boyunlarını bükmüşler; ha kurudu, ha kuruyacaklarmış. Zavallı akça dede ile pakça nine, ne yapacaklarını şaşırmış bir halde kuyuya koşmuşlar. Kuyuda su varmış, varmış ya koca bahçe kova kova su taşıyarak sulanmazmış ya. Ne derler, “Taşıma suyla değirmen dönmez”. Hadi genç olsalar neyse. Bir iki derken ikisi de bitkin bir halde sandalyelerine çökmüşler. Bu arada da akşamı etmişler. Öyle yorgunmuşlarki, yemek bile yiyemeden yataklarına yatmışlar.

Tam uyuyacakları sırada Akça dedenin kulağına birtakım sesler, gürültüler gelmiş. Biraz daha iyi dinleyince de bunların hırsız olduğunu anlamış. Anlaşılan hırsızlar o köyün yabancısıymış. Çünkü Akça dedenin çalınacak bir parası olmadığını herkes bilirmiş. Üstelik köyde öyle kötü yürekli insanlar da yokmuş. Akça dede önce korkmuş. Ama sonra aklına çok güzel bir düşünce gelmiş. Yavaşça Pakça nineyi uyandırıp kulağına durumu fısıldamış. Sonra da yüksek sesle, “Bak Pakça nine” demiş, “Eğer bana bir hal olursa, hemen köyün gençlerini topla. Kuyunun suyunu boşalttır. Çünkü ben altınlarımı bir kasaya koyup, kuyunun içine atmıştım. Kasadaki bu altınlar seni rahat rahat geçindirir”.

Bu sözleri duyar da hırsızlar durur mu? Hemen koşmuşlar bahçeye başlamışlar kova kova suyu çekip boşaltmaya. Ama bakmışlarki bir süre sonra kuyunun çevresi göl olmaya başlıyor. Ne yapsınlar? Doluya koymuşlar olmamış, boşa koymuşlar dolmamış. Derken içlerinden biri “Buldum” demiş, “Bir oluk açıp, suyun bahçeye akmasını sağlayalım”. Bu düşünce öteki iki hırsızın da hoşuna gitmiş. Hemen bir oluk açmışlar, sonra yine kuyudaki suyu boşaltmaya başlamışlar. Bütün bir gece soluk almadan işlerini sürdürmüşler. Ama kuyudaki suyun bitip tükeneceği yokmuş. Sabaha karşı üçü de bitkin bir halde ağacın altına uzanıp kalmışlar. Gündoğduğunda hala uyuyorlarmış. Akça dede ile Pakça nine, onları uyur bulmuşlar. Hemen bahçeye koşmuşlar. Bahçe baştan aşağı sulanmış, sebzelerin hepsi canlıymış. O zaman Pakça nine, “Gidip şunlara çörek hazırlayayım. Doğrusu bize büyük iyilik yaptılar” demiş. Hemen mutfağa koşup mis gibi çörekler pişirmiş. Sonra da gidip hırsızları uyandırmış. Üç hırsız önce korkmuşlar. Kaçmak istemişler. Ama Pakça nine, onlara çöreklerle sıcacık çayı uzatınca, korkuları uçup gitmiş. Üstelik utançlarından ne yapacaklarını şaşırmışlar. Akça dede ile Pakça nine, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmışlar. Hatta bahçeyi suladıkları için üç hırsıza teşekkür bile etmişler.

Sonra ne olmuş dersiniz? Sonrası iyi olmuş. O günden sonra, üç hırsız Akça dedeyle Pakça ninenin her gün gelip, bahçesini sulamışlar; sabah kahvaltılarını hep birlikte yapmışlar. Köyde kendilerine bir de iş bulup mutluluk içinde yaşamışlar.