ÇÖREKÇİ NİNENİN SORUNU

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil ormanlardan birinde, kırmızı kiremitli evleriyle bir dağ köyü varmış. Bir masal ülkesini andırırmış bu dağ köyü. İnsanların yüzünden sağlık fışkırırmış. Hepsi birbirini sever, kimse kötülük düşünmezmiş öteki hakkında. Bunda bilge dedenin de payı büyükmüş. Çünkü dağ köyünü bu sağduyu sahibi iyi yürekli, bilgili, eğriye eğri, doğruya doğru diyen bilge dede yönetirmiş. Yıllardan beri bu köyde ne döğüş olmuş, ne hırsızlık yapan biri çıkmış. Ancak çok yaşlıların anımsadığı bir olay varmış o kadar. O olay da bakın nasıl olmuş, bilge dede nasıl çare bulmuş bu işe.

Çok çok eskiden,bu dağ köyü daha yeni kurulduğu sıralarda, bir çörekçi nine varmış. Hergün mis gibi kokulu çörekler yapar, sepetine doldurur, sokak sokak dolaşarak onları satarmış. Kazandığı paraları da sepetinin içindeki kağıdın altına koyarmış. Günlerden bir gün çörekçi nine yine elinde çörek sepeti yollara düşmüş. Gün batarken de sepetinde ancak bir iki çörek kalmış. Ama artık adım atacak hali de kalmamışmış. Onun için, “Bunlar da kalsın artık” deyip yorgun argın evinin yolunu tutmuş. Daha bir iki adım ya atmış ya atmamış, nasıl olduysa ayağı burkuluvermiş. Çörekçi nineyi dağ köyünde herkes tanırmış. Onun için de, bir değil, on kişi koşmuş yardımına. Hemen kolundan tutup kaldırmışlar, “Geçmiş olsun” demişler. Üstündeki başındaki tozları silkelemişler, sepetini koluna takıp evine değin götürmüşler. Ninecik hepsine ayrı ayrı teşekkür etmiş. Herkes gittikten sonra da oturmuş; sepetini kucağına almış; her günkü gibi kazandığı paraları sayacakmış. Sayacakmış ya sepetin içindeki paralar görünürde yokmuş. Zavallı ninecik ne yapacağını şaşırmış, “Belki de düşmüştür” diye düşünmüş. Bastonuna dayana dayana düştüğü yere gitmiş, her yanı aramış. Yok yok yok. Sanki yer yarılmış da paralar yerin dibine girmişmiş. Çaresiz eli boş evine dönmüş. Sabahı zor etmiş ve dosdoğru bilge dedeye koşmuş. Bir bir anlatmış olanları. Kendisine yardım edenlerin adlarını da söylemiş. O zaman bilge dede, “Sen hiç üzülme” demiş, “Ben şimdi sana yardım edenleri çağırtırım. Belki de biri düştüğünü farkedip almıştır”.

Bilge dede, -tabii o zamanlar yaşlı değilmiş ama gelin biz yine bilge dede diyelim- hemen çörekçi nineye yardım edenleri yanına çağırmış. Sokakta düşürülmüş bir para bulup bulmadıklarını sormuş. Ama hepsi de para filan bulmadıklarını söyleyince canı sıkılmış. “Peki öyle olsun. Çabuk bana temiz bir kap içinde su getirin” demiş. Orada bulananlar dediğini iki ettirmeden suyu getirmişler. Bir yandan da bilge dedenin ne yapacağını merak ediyorlarmış. Su gelince bilge dede, “Şimdi herkes cebindeki paraları bu suyun içine sırayla atacak” demiş. Bilge dede söyler de, dediği yapılmaz mı? Yapılır tabii. Ya dördüncü, ya beşinci adam cebindeki paraları suya atınc, su birden bulanmış, yağlanmış.

İşte o zaman bilge dede, “Çörekçi ninenin paralarını sen çalmışsın. Çünkü nine paralarını çörek sepetinin altına koyarmış. Bu yüzden paraların üstünde yağ olması gerekiyordu. Sıra sana gelene dek su berraktı. Ama sen paraları suya atınca, yağlandı. Bu da senin hırsız olduğunu gösterir” demiş. Sonra da, “Arkadaşınıza cezayı siz verin” deyip, çörekçi nineye paralarını vermiş. Orada bulunanlar kadar olayı duyan dağ köylüleri de hırsız olan adama kızmış. O günden sonra kimse onunla konuşmamış. Dostsuz, sevgisiz kalan hırsız, bakmış olacak gibi değil, dağ köyünden gitmek zorunda kalmış.