TUZCU DEDE

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, balıklar ormanın, kuşlar denizin içindeyken, karıncalar yük taşır, aslanlar onlara hizmet ederken, kaf dağının ardında bir ülke varmış. Yalanın böylesi de az olurmuş hani. En iyisi, biz yalanı dolanı bırakalım bir yana, “bir Tuzcu Dede vardı” diye başlayalım anlatmaya.

Hani bizim Uludağ ver ya, işte onun gibi ulu bir dağın eteğinde otururmuş, Tuzcu Dede. Bütün gün, deniz kıyısına gider oradan çuval çuval tuz taşırmış kasabaya. Bir kuruşu iki, iki kuruşu üç edip, günün birinde kendine bir eşek almış. “Eh bundan sonra yüklerim eşeğin sırtına çuvallarımı, ben de arkasından elimi kolumu sallaya sallaya yürür giderim” diye düşünmüş. Tuzcu Dede, iyi hoş düşünüyormuş ama eşeğinin bildiğimiz eşekler gibi çalışkan olmadığını nereden bilsin ?! Yaa, karakaçan tembel mi tembelmiş. Günboyu yesin içsin, oynasın ama hiç iş yapmasın istermiş. Tuzcu Dede, karakaçana ertesi gün, gün doğarken semeri vurmuş, yine deniz kıyısının yolunu tutmuş. Güneş tepeler ardından kaybolmadan da çuvallarını tuzla doldurup yüklemiş karakaçanın sırtına. Tabii tembel karakaçanın hiç mi hiç hoşuna gitmemiş bu. “Dur” demiş kendi kendine, “bu Tuzcu Dedeye bir oyun edeyim de bir daha bana yük vurmasın. ” Yol boyunca hep bunu düşünmüş tembel eşek. Derken, önlerine bir dere çıkmış. Karakaçan mahsusçuktan ayağa taşa takılmış gibi yapıp “cup” diye suya düşmüş. Tuzcu dede, koşup çıkarmış onu sudan. Ama tuzun yarısı da erimiş bu arada. Tuzcu Dede üzülmüş üzülmesine ama, “kaza bu ne yapalım?! ” demiş kendi kendine. Sonra da yarıya inmiş çuvalları götürmüş satmış. Tabii eskisine göre de yarı yarıya az kazanmış o gün. Ertesi gün, yine tuz almak için yollara düşmüş. Ama karakaçan, bir önceki günden daha kızgınmış o gün. “Ne anlayışsız adam bu Tuzcu Dede. Tuzun yarısını benim yüzümden kaybetti de yine de bana tuz yüklemekten vazgeçmiyor. Ama ben gösteririm ona” diye homurdanıp duruyor, burnundan soluyormuş. Zavallı Tuzcu Dede nereden bilsin karakaçanın düşündüklerini?! Bu kez dereden geçerken ayağı takılıp düşmesin diye gözlerini dört açmış ama karakaçan bir yolunu bulup yine cumburlop suya düşmüş. Tabii yine tuzların arısı erimiş; o gün de yarımşar çuval tuz satmak zorunda kalmış Tuzcu Dede. Ondan sonraki günlerde de hep böyle olmuş. Günlerden bir gün karakaçan dereye gelince kendini yine suya atmış. Atmış ama bir bakmış ki, yükü her zamanki gibi hafifleyeceğine ağırlaşıyor. Karakaçan, sulara gömüldükçe gömülüyor. Allahtan Tuzcu Dede, yetişip güç bela çıkarmış onu sudan. Hemen yükünü çözmüş de karakaçan o zaman rahat bir soluk alabilmiş. Sonra da yerde duran yüke bakabilmiş. Meğerse Tuzcu Dede, bu kez tuz yerine sünger yüklemişmiş sırtına. Tabii süngerler suyu emip ağırlaşıyormuş.

O günden sonra karakaçan, tembelliği yüzünden az kalsın öleceğini hiç aklından çıkarmamış. Her gün biraz daha fazla çalışmış, biraz daha. . . Durmadan çalışmış.