SİNYAL BAYRAKLI GEYİKLER

Bir zamanlar boy boy ağaçları, her türden hayvanlarıyla koskocaman bir orman varmış. Orman kocaman olmasına kocamanmış ya çocuklar, yine de nedense hayvanlara dar geliyormuş. Nereden mi çıkardım bu sonucu? Nereden olacak ikide bir birbirlerine saldırmalarından, kavga etmelerinden.

Ama günlerden bir gün, avcılar ormanı, ormandaki av hayvanlarını keşfedince, iş değişmiş tabii. Hepsini almış bir korku, bir düşünce. Önce tavşanlar, “Eğer birleşip bu işe bir çare bulamazsak avcılar soyumuzu yok edecek” diye basmışlar yaygarayı. Sincapların, geyiklerin korkusu da tavşanlardan az değilmiş. Hatta onlardan daha çok korkuyorlarmış. O yüzden de bütün orman halkı tavşanların birleşelim çağrısına katılmış. Hop hop tavşan, “Arkadaşlar” diye başlamış söze. “Bizi güçsüz bırakan avcıların gelişini göremememiz oluyor. Eğer onların ormana girdiğini daha önceden duysak, görsek hepimiz iyice saklanırız. Avcılar ormanı bizim kadar tanıyamazlar. O yüzden de bizleri dünyada bulamazlar”. Tavşanın söyledikleri gerçekten de doğruymuş. Bir gözcü bu işi pekala halledermiş. Halledermiş ya, önemli olan bu değilmiş ki. Önemli olan gözcü olacak hayvanmış. Ne tavşan, ne sincap, ne de tilki ve kurt gözcülük görevini üstüna almak istiyormuş. Tavşan, “Sesim gür değil ki, size avcıların geldiğini bildireyim” diyormuş. Kurt, “Benim sesim gür olmasına gür ama, sesimi duyan avcı yerimi anlayıca ben nasıl canımı kurtaracağım” diye savunuyormuş kendini. Geyik bakmış olacak gibi değil, “Bu işi ben üstüme alıyorum. Aslında ikiniz de haklısınız. Tavşanın sesi çıkmaz. Kurdun sesi gürdür ama canını tehlikeye sokmaz. Bu işi ben sessiz ve tehlikesizce yapabilirim sanıyorum. Avcıları görünce kuyruğumu havaya kaldırır sallarım. Hepiniz de görür saklanırsınız” demiş. Bu teklif önce hepsinin hoşuna gitmiş. Biraz daha düşününce, “Ama kuyruğunun püskülleri koyu renk. Onun için de görmek çok zor” sesleri yükselmiş. Doğru söze ne denir? Geyik de, bu doğru söze söyleyecek bir şey bulamamış. “Haklısınız. Kuyruğumdaki tüyler beyaz olsaydı derdimiz kalmazdı. Ama değil işte” demiş. Av hayvanları yine kara kara düşünmeye başlamışlar. Ne kadar düşünmüşler orasını bilmem ama çocuklar sonunda geyiğin, “Buldum” diye bağırmasıyla yerlerinde bir karış havaya fırlamışlar. Sonra da hep bir ağızdan, “Ne buldun çabuk söyle” diye bağırmışlar. Geyik, “Bütün terslik kuyruğumdaki tüylerin beyaz olmamasında değil mi? Yani kuyruğumdaki tüyleri beyaza boyarsak her şey hallolacak değil mi?” demiş. Av hayvanları bu kadar basit bir şeyi nasıl düşünemediklerine bir süre şaşmış, geyiği kutlamışlar. Sonra da zaman kaybetmeden ormandaki bazı bitkileri toplayıp taşla ezmişler, geyiğin kuyruğuna sürmüşler. Geyik akşama doğru kuyruğunu temizlediğinde bir de ne görsün? Kuyruğunun ucundaki püsküller bembeyaz değil mi?! Eh artık varın siz düşünün geyiğin ormandaki av hayvanlarının sevincini. O gün törenle geyiğe gözcülük görevi verilmiş.

Ertesi gün uzaktan avcıları gören geyik hemen beyaz püsküllü kuyruğunu havaya dikmiş. Sonra da iki yana sallayayarak yuvasına doğru kaçmaya başlamış. Havada bembeyaz bir şeyin iki yana salladığını göre ormandaki av hayvanları “Geyik sinyal veriyor. Avcılar geliyor. . Saklanalım” diye bağırışmışlar. O gündene sonra, beyaz kuyruklu geyiklere SİNYAL KUYRUKLU GEYİK’ler denmiş çocuklar. Ansiklopediler, kitaplar, onları hep “sinyal kuyruklu geyikler” diye anmış.