ÇAPA İLE ÇİÇEKLER

Çok eskiden, ülkelerin birinde bir bahçe varmış. Sahibi her yıl bahçesine sebzeler eker, sonra da pazarda satarak geçimini sağlarmış. Ama yıllardan bir yıl, bakmış ki, çiçek satışında da iyi para var, bahçenin bir bölümüne de çiçek ekmiş. Çapa , kürek, kazma bahçenin yeni konuklarına iyi bir yer hazırlamak için günlerce canla başla çalışmış. Çiçekler ekildikten sonra da sık sık toprağı kazarak, köklerinin rahatça ilerleyebilmesi için çalışmalarına devam etmişler. Ama gelin görün ki, çiçekler onların bu çabalarına teşekkür edecekleri yerde, “Bizi korkutuyorsunuz, canımızı acıtıyorsunuz, gidin buradan” diye bağırıyorlar, azarlıyorlarmış.

Çapa bir iki kez, “Biz işimizi iyi biliriz korkmayın. Yıllardır sebzelerin diplerini çapaladık” diyecek olmuş. Ama çiçekler, “Terbiyesiz ne olacak! ! Bizi o sıradan sebzelerle bir tutmaya utanmıyor musun? Bir bizim inceliğimize, güzelliğimize bak, bir onlara. . Bundan sonra sizi istemiyoruz anlaşıldı mı?” diye çapanın sözlerini ağzına tıkamışlar. Çapaya yapılan bu çirkin davranışa kürek, kazma da çok üzülmüş. Kürek, “Bana kalırsa bu kendini beğenmiş çiçeklere yardım etmeyelim artık. Ne halleri varsa görsünler” deyince çapa ve kazma da “Haklısın” demişler. O günden sonra da çiçeklerin yanına uğramaz olmuşlar. Çiçekler önceleri, “Oh korkuttuk onları. Tabii canım, kim oluyor bu saçma araçlar?!” demişler. Hatta aralarından bazıları sebzelerin dibini çapalayan çapayla alay edince, hepsi kahkahalarla gülmüşler.

Ama aradan günler geçtikçe hepsinde de bir sıkıntıdır başlamış. Toprak çapalanmadığı için sıkıştıkça sıkışmış, kaskatı olmuş. Kökler, “Hava alamıyoruz. Toprak çok sert ilerleyemiyoruz. Bulunduğumuz yerde besin tükendi” diye bağırışıyorlarmış. Sonra dökülen su çoğu kez, toprağın içine girecek bir yer bulamadığı için üstten akıp gidiyormuş. Yani bir de su derdi varmış çiçekler için. Bir süre sonra çiçekler teker teker boyunlarını bükmüşler, “İmdat. . Ölüyoruz. . Yardım edin bize” diye bağırışmaya başlamışlar. Çapa onların bu boynu bükük halini görünce yine de dayanamamış. “Bu kadar ders yeter. Hadi işbaşı yapalım arkadaşlar” demiş. Üç arkadaş, ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla kalkmışlar. Soluk bile almadan toprağı kazmışlar, havalandırmışlar. Dibi çapalanan bitkinin kökleri sevinçle bağırıyor. “Oh soluk alabiliyorum, ilerleyebiliyorum” diyormuş. Akşama doğru, çiçeklerin hepsinin dibi çapalanıp, bitmiş çocuklar. Çiçekler sevinçlerinden ne yapacaklarını bilemiyorlar, diplerindeki toprağı havalandıran, kabartan çapaya o çalışırken, öpücükler gönderiyorlarmış. “Bizi bağışlayın, eğer tam zamanında yetişmeseydiniz hepimiz ölecektik” diyorlarmış.

Çapayla arkadaşları o gün çok ama pek çok yorulmuşlar. Yorulmuşlar ya, renk renk, mis gibi kokan çiçeklerin sevgiyle kondurdukları öpücükler, söyledikleri güzel sözler onların bütün yorgunluğunu alıp götürmüş. Çiçekler üstlerine dökülen suyu toprak yumuşacık olduğu için kana kana içmişler o akşam üstü. Yine başlarını dikleştirmişler. Gece gökyüzü pırıl pırıl parlayan yıldızlarla dolunca, bahçeden el ayak çekilince, çapa, kazma ve kürek üstlerini düzeltip kendileri için yapılan şölene katılmak için bahçeye gitmişler. Yüzlerce ateş böceğinin aydınlattığı çiçeklerle gece yarısına kadar gülüp eğlenmişler.

Ondan sonraki günler, çapayı uzaktan gören çiçekler kovmak şöyle dursun, “Bugün benim dibimi çapalamıyor musun sevgili çapa?” diye bağırışarak karşılamışlar. O kan ter içinde çalışırken de, yorgunluğunu unutturmak için, en güzel kokularını sürünmüşler, hep bir ağızdan türküler söylemişler. Kısacası kendileri için çalışan çapayı hiç küçük görmemişler, azarlamamışlar çocuklar.