ÇİMEN BİÇME MAKİNESİ VE ÇİMENLER

Büyük büyük yolları, yüksek yüksek apartmanları olan kentlerden birinde, bahçeler içinde tek katlı evleri olan bir semt varmış. Bu semtteki bahçeler, herkesin gözbebeğiymiş. Yemyeşil çimenlerin arasında, her çeşit çiçek, minicik havuzlar ve insanın aklına gelebilecek ne kadar güzellik varsa yeralırmış. İşte bu evler arasında, bir de pembe ev varmış. Pembe evin sahibi de komşuları gibi bahçesini, bahçesindeki bitkileri çok sever ve onlar için hiç bir özveriden kaçınmazmış. Hatta çimenleri kolayca ve düzgün biçebilmek için bir çimen biçme makinesi bile almış.

Ne olmuşsa, bu çimen biçme makinesi bahçeye girdikten sonra olmuş. Daha yeni yeni büyüyen çimenler onu görünce ve hele ne işe yaradığını öğrenince basmışlar yaygarayı. “Sen bizim en büyük düşmanımızsın. Sen demek bizim yaşamamızı istemiyorsun. Demek sen bizi sevmiyorsun. . . ” demişler. Çimen biçme makinesi, ne dediyse, ne ettiyse bir türlü çimenlere derdini anlatamamış. En sonunda, onların konuşmalarına söz yetiştiremez olmuş ve bir köşeye gitmiş, boynunun bükerek yerleşmiş. Günler geçtikçe çimenler, ev sahibinin titiz bakımıyla da serpildikçe serpilmiş. Büyüdükçe büyümüşler. Yoldan geçen herkes “Aman bunlar ne güzel çimenler böyle. İnsanın üzerlerinde yan gelip yatası geliyor” diyorlarmış. Bu sözler çimenlerin koltuklarını kabarttıkça kabartmış. Artık çimen biçme makinesine iyice sırtlarını dönmüşler. Onun suratına bile bakmıyorlarmış. Ev sahibi de yalnızca onlarla ilgileniyor, güneş battıktan sonra onları bol bol suluyormuş. Sizin anlayacağınız,çimenlerin keyfine diyecek yokmuş. Öte yanda, çimen biçme makinesi kendi kendine “Acaba ben neden buraya getirildim? Ev sahibi de dahil herkes, çimenlerin büyümesinden çok mutlu. Galiba ben boş yere burada pinekliyorum. Hiç bir işe yaramayan makine, paslanmaya mahkumdur. Demekki ben de bu duvarın dibinde paslanacağım. Ah ne kötü. . . ” diye söyleniyormuş. Hatta bazı bazı iyice içlenip, sessiz sessiz ağladığı bile oluyormuş.

Yine günler geçmiş. Çimenler o kadar büyümüşler ki, artık köklerinden aldıkları suyu ve besinleri, en üst noktalarına ulaştıramaz olmuşlar. . . Böylece üst tarafları kurumaya, öteki tarafları da kuvvetten düşmeye başlamış. Bütün çimenler şaşkınlık içindeymiş. Ne yapacaklarını, bu durumdan nasıl kurtulacaklarını, bir türlü bilemiyorlarmış. . O zaman içlerinden biri, “Arkadaşlar, ben dedemden duymuştum. Galiba ev sahibinin biz üst taraflarımızı kesmesi gerekiyor. Anlaşılan çimen biçme makinesi bu iş için kullanılacak” demiş. Ama öteki çimenler şaşkınlıklarında ne arkadaşlarının sözlerini dinleyebilmişler, ne de bu sözleri anlayabilmişler.

Çimenler arasındaki bu kargaşalık daha iki gün böylece sürüp gitmiş. İkinci günün sabahı, evsahibi görünmüş. . Bütün çimenler bir umutla ondan yana doğru eğilmişler. . Bir de ne görsünler?! Ev sahibi, doğruca çimen biçme makinesinin yanına gitmiyor mu? Hepsinin şaşkınlıktan ağızları bir karış açık kalmış. . Hele ev sahibi, çimen biçme makinesini işletip de hepsinin üst taraflarını birer birer kesmeye başlayınca, şaşkınlıktan neredeyse küçük dillerini yutacaklarmış. Bir süre sonra bahçede bir tek uzun çimen kalmamış. Hele ev sahibi bütün kesilmiş çimenleri süpürdükten sonra, çimenlerin yüzü iyice aydınlanmış. Artık zayıf düşmekten ve kurumaktan kurtulmuşlarmış. İçlerinden biri, yine duvarın dibindeki eski yerinde duran çimen biçme makinesine seslenmiş: “Sevgili çimen biçme makinesi. Bugün bize yaptığın büyük yardımdan ötürü sana çok teşekkür ederiz. Sen olmasaydın, gövdelerimizin üst tarafını kesmeseydin, mutlaka kurur giderdik biz. Bak göreceksin, şimdi ne kadar güzel olacağız” demiş. İşte bu sözlerden sonra, çimen biçme makinesinin yüzünde yorgun bir gülümseme dolaşmış ve yararlı olmanın, canlıları mutlu etmenin sevinciyle öğle uykusuna dalmış. O günden sonra, çimenlerin, çimen biçme makinesine tek bir kötü söz söylediklerini duyan olmamış çocuklar.